Ahmet Hamdi Tanpınar – Kullanmadığım Onca Kelime Varken

 

24 Ocak 2021 günü sabah karşı bitirebildiğim ilk Ahmet Hamdi Tanpınar yazısı için yaklaşık bir haftadır Tanpınar’la ilgili çok çeşitli kaynaklara hızlı okuma yöntemiyle göz gezdiriyordum. Aramızdan ayrılışının 59. yıldönümü nedeniyle bir “saygı duruşu” bir anma yazısı yazmam gerekiyordu. Sevgili editörümün verdiği ödev gayet netti. “24 Ocak günü yayımlanacak bir Tanpınar tanıtımı”.

 

Tanpınar’ı tanıtmak; Bu kez boyumu aşan bir işe soyunduğu anladım ama biraz geç anladım. Gündüzleri iş yerinde çok yoğun olduğum günlerdi. Akşamları birkaç saatte kolayca halledebileceğimi düşünerek, önce kitaplığımdaki Tanpınarları yemek masasının bana ait bölümüne dizdim. Bilgisayarın kapağını açtım ve anında bir deryaya dalmış buldum kendimi. Açtığım her link başa bir linkin habercisiydi. İnternette dolanmaktan başım döndü, uykusuz geceler art arda dizildi. Benim Tanpınar’ı tanıma anlama çabam bir türlü bitmedi, bitemedi. İlk haftanın sonuna gelmeden internet ortamında farklı yayınevlerinde bulduğum yeni Tanpınar kitapları bir bir gelmeye başladı.

 

Vakit geçiyordu ve henüz hiçbir şey yazmamıştım. Aslında yazmıştım, onlarca karmakarışık sayfa vardı. Düzensiz notlar, dağınık alıntılarla sayfalar doldurmuştum. 24 Ocak olmasına saatler kala yazıyı ikiye bölmeye karar verdim. Malzeme çoktu ve bana göre hepsi de önemliydi. Gece yarısından epey sonra ise üç yazılık bir dizi olması tek çözüm olarak göründü.

 

Şu anda ikinci haftayı bitirirken dördüncü Tanpınar yazısı için bilgisayar başındayım. Muhtemelen yıl sonuna kadar kendi roman ve hikayelerinin yanı sıra, bizzat Tanpınar’ın roman kahramanı olduğu Nazlı Eray ve Selim İleri romanlarından da izlenimler paylaşacağım beş ya da altı yeni Tanpınar yazısı ile karşınızda olacağım. Çünkü yetmedi okuduklarım. Bir kere bu okuduğum analiz ve yorumların ışığında Tanpınar’ın makalelerini okuyamasam bile, roman ve hikayelerini yeniden okumam gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca Tanpınar sevgisinden emin olduğum iki değerli yazarın kaleminden roman karakterine dönüşen “insan” Tanpınar’ı okumanın duygularımı ve düşüncelerimi yatıştıracağına inanıyorum.

 

Bu yazı kapsamında; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın internette tek tıkla ulaşabileceğiniz yaşam öyküsünün ana başlıklarına sadık kalarak, Yeni Türk Edebiyatının temel taşı olan romancı, şair, deneme yazarı ve edebiyat tarihi araştırmacısı kimliklerinin altındaki kişiye ulaşmak istiyorum.

 

Bunun için Tanpınar’ın çalışkan asistanı Ömer Faruk Akün’ün İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi’nde yayımladığı “Ahmet Hamdi Tanpınar” biyografisine başvurdum.  Akün Hoca’nın bu incelemesi bugüne kadar yayınlanmış en ayrıntılı ve doğru bilgileri kapsamaktadır. (Cilt: XII, Aralık 1962 sh: 1-32)

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/157777

 

Ahmet Hamdi Tanpınar konusunda bulduğum tüm kaynaklarda cümle yapılarını dahi değiştirmeden aynı biyografiyi kullanıldığını gördüm. Nedense bazı kaynaklarda Ömer Faruk Akün’ün titiz çalışmasına atıf dahi yapılmadan kullanıldığını görerek, şaşırdım. Oysa bizzat Ahmet Hamdi Tanpınar XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi adlı büyük eserinin 1956’da yapılan 2. baskısının önsözünde asistanı Ömer Faruk Akün’e baskı aşamasındaki titiz çalışmaları nedeniyle teşekkür etmiştir. Çünkü Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin formalarını Akün’e vererek eksik bilgilerin tetkikini, kaynakların ikmalini ve eserin tashihini yapmasını istemişti. Ömer Faruk Akün’ün 90 yıllık ömründe son derece mütevazı bir şekilde edebiyat tarihi konusunda derin araştırmalar yaptığını ama kürsüdeki diğer hocalardan farklı olarak çalışmalarının basılması için Dergah Yayınlarını tercih etmediğini belirtmeden geçemeyeceğim. https://www.yenisafak.com/hayat/tanpinarin-caliskan-asistani-2462730

 

Oğuz Demiralp “Tanpınar’a Biraz Huzur Verelim” adlı kitabında şöyle diyor: “Tanpınar’ı değeri bilinmemiş, harcanmış bir aydın imgesi olarak değil, kültürümüzün sürekli olarak yararlanabileceğimiz bir gömüsü olarak görmeliyiz”.

 

Demiralp’in bu değerlendirmesine yürekten katlıyor ve Tanpınar’a bu noktadan yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum.

 

Tanpınar kendini yapmış bir adamdır. Her ne kadar günlüğünde sık sık kendini yapamadığından yakınmış olsa da, yaşamı boyunca çalışmış, didinmiş, merak etmiş, düşünmüş ve üretmiş bir insandan söz ediyoruz. Yıkılışa sürüklenen Osmanlı’da bir memur çocuğudur.

 

Şimdi Tanpınar’ın yaşamından bazı satır başlarını birlikte hatırlayalım.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901′de Osmanlı topraklarının dört bir yanında kadı olarak görev yapan Gürcü kökenli Hüseyin Fikri Efendi ile Trabzonlu Nesime Bahriye Hanım’ın ortanca çocuğu olarak İstanbul’da bir konakta değil, Fatih semtinde mütevazı bir evde dünyaya gelmiştir. Kendisinden 8 yaş büyük ablası Nigar ve 7 yaş küçük kardeşi Kenan ile yaşamı boyunca yakından ilgilenmiştir.  Annesini çok erken kaybeden Tanpınar, bütün ömrünce anne eksikliğini, sevme ve sevilme ihtiyacını çok derinden duyumsamış, bu duygu yoğunluğunu şiirlerine ve romanlarına yansıtmıştır.

 

Babasının görevi nedeniyle aile memleketin ücra köşelerinde yaşamıştır. İki tayin arasında kısa süreli olarak İstanbul’a döndükleri için, Tanpınar’ın İstanbul’da başlayan, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçen öğrenim hayatının son adresi 1919 Ekim ayında başladığı Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) olmuştur.

 

Lise yıllarından itibaren şiire olan merakı ve Yahya Kemal Beyatlı’ya olan hayranlığı üniversite yaşamını şekillendirmiştir. Babasının memuriyetine 1910 yılında son verildiğinden ailenin maddi koşulları yetersizdir ve son görev yeri olan Antalya’ya yerleşmişlerdir.  Ülkenin o günkü koşullarında yüksek öğrenim için İstanbul’a gelen Tanpınar yatılı olması nedeniyle bir yıl Baytarlık  (Veteriner) Okulunda öğrenim gördükten sonra,  Felsefe veya tarih okumak düşüncesiyle Darülfünuna başvurur. Hayranı olduğu Yahya Kemal’in ders verdiğini öğrenince Darülfünun edebiyat bölümünü tercih etmiştir.

 

İstanbul’da kalacak uygun bir yeri ve yeterli parası olmayan Tanpınar, Edebiyat bölümüne devam ederken, eş zamanlı olarak Yüksek Muallim Mektebi’ne (Yüksek Öğretmen Okulu)  de yatılı öğrenci statüsünde kaydolmuştur. Hem sınıf, hem de yatakhane arkadaşı olan Hasan Ali Yücel ile dostluğu ömür boyu sürmüştür. İlerleyen yıllarda Hasan Ali Yücel arkadaşı Tanpınar’ı hep kollayacak, koruyacak ve son nefesine kadar desteklemeyi sürdürecektir. Ancak Tanpınar’ın günlüklerinden kendisine ömür boyu destek vermiş arkadaşını çok kıskandığını ve bulunduğu pozisyonun gücünden yararlanmak için iyi geçindiğini okumak üzücüdür.

 

Başta Yahya Kemal olmak üzere çok değerli hocaların öğrencisi olan Tanpınar, edebiyata olan ilgisi ve öğrenme merakı ile kısa sürede çevre edinmiş ve şair yanını anlatırken bu dizinin 3. yazısında değindiğimiz Dergah Mecmuası onun için adeta ikinci bir edebiyat okulu olmuştur. Darülfünuna yürüme mesafesinde Çarşıkapı’da bulunan İkbal Kıraathanesi dergi etrafında toplanan gençlerin hocaları ile buluşma mekanıydı. 15 Nisan 1921 – 5 Ocak 1923 tarihleri arasında on beş günde bir olmak üzere toplam kırk iki sayı yayımlanan Dergah’ın mesul müdürlüğünü Mustafa Nihat Özön üstlenmiştir.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve Yaşar Kemal Beyatlı’nın yaşamında önemli bir yeri olan Dergah Mecmuası hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bu makalenin okunması önerilmektedir. (“Dergah Mecmuası’nın Türk Edebiyatı İle Milli Mücadeledeki Yeri”, Dr. Ekrem Karadişoğlu, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 27 Erzurum 2005, Prof. Dr. Şinasi Tekin Özel Sayısı.)  makalenin linkini de ekliyorum:

http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/544018063_17.%20DERGAH%20MECMUASI’NIN%20T%C3%9CRK%20EDEB%C4%B0YATI%20%C4%B0LE%20M%C4%B0LL%C4%B0%20M%C3%9CCADELEDEK%C4%B0%20YER%C4%B0.pdf

 

Tanpınar Darülfünun edebiyat bölümünden mezun olduktan sonra sırasıyla Erzurum, Konya, Ankara ve İstanbul’da çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yapar. Ankara’da görev yaptığı dönemde 1929 Ağustos ayından itibaren Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesinde bulunan Musiki Muallim Mektebi’nin edebiyat öğretmenliğini de ek görev olarak sürdürür.

 

Bu okulda görev yapmakta olan Alman hocalar sayesinde klasik batı müziği ile tanışır, okulun müzik arşivindeki plakları dinler ve çok sever. Ömür boyunca devam edecek olan Beethoven tutkusu bu dönemde başlar.

 

Yahya Kemal’in 1933 yılı sonlarında yurda dönüşüyle beraber onun yardımıyla klasik Türk müziğinin büyük eserlerini dinlemiş, böylece zihninde iki kültürün, iki medeniyetin terkibi yahut armonisi fikrinin nüveleri teşekkül etmiştir.

 

Ömrünün son demlerinde ilkini 1953 yılında 52. yaşında gerçekleştirme fırsatı bulduğu Avrupa seyahatinin sonuncusunda kısıtlı bütçesi ile bir plakçalar ve klasik müzik plakları satın almaktan duyduğu mutluluğu günlüklerine not etmiştir.(Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Yayına Hazırlayan: İnci Enginün, Zeynep Kerman, Dergah Yayınları, 2007)

 

İstanbul’da Kadıköy Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı dönemde bir süre Bağlarbaşı Amerikan Kolejinde (Üsküdar Amerikan Lisesi) Türk edebiyatı dersi okutur:, Ahmet Haşim’in ölümü üzerine  yakın arkadaşı Hasan Ali Yücel’in sayesinde 19 Ekim 1933 tarihinde Sanayi-i Nefise’de (Güzel Sanatlar Akademisi) boşalan sanat tarihi hocalığına atanır ve burada “Bediiyat (Estetik) ve Mitoloji” ile “Şark Sanatları Tarihi” derslerini vermeye başlar.

 

Ankara’da, konservatuvar çevresinde Klasik Batı Müziği ile tanışan ve yakınlaşan Tanpınar, Akademi’de çalıştığı dönemde bu kez resim ve heykel sanatıyla yakından ilgilenir. Tanpınar Batı müziği ile resim ve heykel gibi plastik sanatlara olan ilgisini yaşamı boyunca sürdürmüştür. Batı kültüründen sürekli beslenmiş, okudukları, izledikleri ve dinlediklerinden elde ettiği birikimi yazılarına başarıyla aktarmış, derin kültürünü yazılarının dokusuna bir mücevher ustası titizliğiyle işlemiştir.

 

Tanpınar’ın kitap halinde yayınlanmış ilk çalışması olan Tevfik Fikret derlemesi “Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar” alt başlığıyla 1937’de yayımlanmıştır.

 

1938 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle bir süre prevantoryumda yattığı bilinmektedir. Kayıtlara geçmiş ilk ciddi hastalığıdır.

 

Düzenli beslenmeyen, çok az yemek yiyen, çok sigara içen, içki içen, düzenli bir ev hayatı olmayan, sürekli para sıkıntısı çeken, hatta ömrünün son döneminde o kadar özenerek yıllarca biriktirdiği klasik müzik plaklarını kırıp, odun kömür yerine sobada yakmak zorunda kalan Tanpınar neredeyse tüm ömrü boyunca çok bakımsız ve derbeder koşullarda yaşamıştır.

 

14 yaşında annesini kaybetmiş, babası memur sayısını azaltma operasyonu ile emekli edilmiş olan Tanpınar ömrü boyunca ablası Nigar Hanıma ve eniştesine maddi yardımda bulunmuş, uzun süre onlarla yanı evi paylaşmıştır. Küçük kardeşli Kenan da öğretmen olmuş ama düzenli bir yaşamı olamadığı için o da maddi konularda ağabeyine sürekli yük olmuştur.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan “19. Asır Türk Edebiyatı” kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, “Yeni Türk Edebiyatı Profesörü” olarak atanır ve ayrıca bu görevi ile birlikte Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirilir. Aynı dönemde hem Akademi’deki hem de Edebiyat Fakültesindeki görevlerini yürütür.

 

İkinci kitabı olan Namık Kemal Antolojisi 1942’de basılmıştır.

 

Euripides’ten üç çevirisi Alkestis, Medeia, Elektra 1943 yılında yayınlanmıştır.

 

1943’te yayınlanan öykülerini içeren Abdullah Efendinin Rüyaları adlı kitabı basılı ilk edebiyat yapıtıdır.

 

1944 yılında Tanpınar’ın Akademi hocalığı yıllarından beri yakın arkadaşı olan Zühtü Müridoğlu ile birlikte çevirdikleri Henri Lechat’ın Yunan Heykeli adlı kitabı basılır.

 

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ilk romanı olan Mahur Beste, 1944 yılında, Ülkü Dergisinde tefrika edilmiş, yazarın sağlığında kitap olarak basılamamıştır.

 

1943’de yapılan ara seçimlerde CHP listesinden Kahramanmaraş Milletvekili olarak seçilir. Tanpınar’a milletvekilliği yolunu Mahmut Şevket Esendal Esat açmıştır. Tek parti döneminin milletvekili listesi Ankara’da masa başında düzenlenmektedir. Mahmut Şevket İnönü’yü gençlere, akademisyenlere ve sanatçılara yer vermesi konusunda ikna etmiştir. Kahramanmaraş milletvekilliği için aday olan Necip Fazıl listeye alınmayınca ömrünün son una kadar kendi aday olduğu koltuğa oturan Tanpınar’dan nefret eder.

 

1946 yılına kadar 3,5 yıl TBMM’de görev yapan Tanpınar aktif siyasetten hiç hoşlanmaz, Meclis’te hiçbir varlık göstermez. Bu süreyi tamamen edebiyatla ilgilenerek değerlendirir. Makalelerine ve romanlarına odaklanır.  İnönü de 1946 seçimlerinde milletvekili listesinde Tanpınar’a yer vermez. Ahmet Hamdi Tanpınar tekrar aday gösterilmeyince Hasan Ali Yücel sayesinde bir süre milli eğitim müfettişi olarak çalışır. Çünkü gene para sorunu yaşamaktadır. Ankara’dan milletvekilliği görevinden ayrıldığında beş kuruşu yoktur.

Akademi’deki görevine dönmesi ancak 1948 yılında mümkün olur. 1949 yılında çıkan kararname ile de Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüne döner ve ölümüne kadar bu görevlerine devam eder.

 

Tanpınar tam bu dönemde 1951’e kadar yaşayacağı Beyoğlu İstiklal Caddesinin sonunda Tünel’e yakın köşedeki deki Narmanlı Yurduna taşınır.

Narmanlı Han, İstiklal Caddesi üzerinde, Taksim’den Tünel’e inerken sağ tarafta yer alır. 1831 yılında inşa edilmiş olan bina, 1880 yılına kadar Rusya Büyükelçiliği ve ardından 1914’e dek konsolosluk ofisleri ve bir bölümü de Rus hapishanesi olarak kullanılmıştır. 1933’te bina Avni Narmanlı ve Sıtkı Narmanlı adlı iki tüccar tarafından satın alınır. Eminönü’ndeki işyerlerini buraya taşıyan Narmanlı kardeşlerle birlikte onların adıyla anılmaya başlayan handa halıcı, antikacı, noter ve konfeksiyoncuların yanı sıra zamanla heykeltıraş, ressam ve yazarlar da yer kiralamaya başlar. Narmanlı Han, 1950’lere kadar Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aliye Berger, Tatyana Moran, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çalışma ve yaşama mekânı olur.

 

Tatyana Moran, Tanpınar’ın Narmanlı Han’a nasıl yerleştiğini şöyle anlatıyor: “Hamdi profesör olarak Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Aynı zamanda da Güzel Sanatlar’da ders veriyordu. Mali durumunu düzeltmişti. Bana artık ablasının evinden ayrılıp taşınmak istediğini söyledi. Aklıma derhal bizim Narmanlı yurdunda giriş katında küçük bir daire geldi; bir büyük oda, mutfak ve banyodan ibaretti. Ucuza da vereceklerdi. Teklif ettim. Hamdi çok sevindi. Derhal tuttu ve taşındı. Perde olarak gazeteler yapıştırdı. Bir iki tabak, bardak satın alındı. Bu daire her akşam dolup taşıyordu; Bedri Rahmi, karısı, kızkardeşi Mualla (şimdi Anhegger’in karısı) Sabahattin Eyüboğlu, ressam Zeki Faik İzer, Mehmet Ali Cimcoz ve karısı Adalet… Türküler söylenir, yenilip içilirdi” (Tatyana Moran, Dün, Bugün, İletişim Yayınları, 2000, s.111) http://www.tanpinarmerkezi.com/yasadigi-mekanlar/

 

Haldun Taner Milliyet Sanat’ta yayınlanan bir yazıda Tanpınar’ın Narmanlı Yurdu günlerini şu sözlerle anlatmaktadır: “Ahmet Hamdi’nin Narmanlı Yurdu’ndaki odası, sofası, hatta mutfağı, üst üste derbederce yığılı kitaplarla dolu idi. Evin pek temiz olduğu iddia edilemezdi. Ahmet Hamdi’nin o zamanki ziyaretçileri içinde Zeki Faik İzer, Zühtü Müridoğlu ve eşi, Dr. Fikret Ürgüp ilk hatırladıklarım. Çoğu üniversiteden genç asistanlar ve öğrenciler de üstadın kültüründen ve sohbetinden kâm almak için bu dağınıklığın içine girmeyi göze alırlardı. “ (Milliyet Sanat, sayı 14, 15 Aralık 1980, s. 26-28)

http://www.tanpinarmerkezi.com/ahmet-hamdi-tanpinarin-en-bereketli-yillari/

 

Tanpınar’ın Huzur adlı romanı Cumhuriyet Gazetesinde 1948 yılında tefrika edilmiştir. Tefrika edilmesinden bir yıl sonra Tanpınar’ın üzerinde önemli değişiklikler yaptığı Huzur romanı 1949 yılında ilk kez kitap olarak yayımlanmıştır.

 

Tanpınar’ın XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabı on yıllık bir çalışmanı ardından 1949 yılında basılmıştır. Kitabın ikinci baskısı Tanpınar’ın yaptığı geniş eklemeler ve değişikliklerle Temmuz 1956 yılında yapılmıştır.

 

Sahnenin Dışındakiler adlı romanının 9 Mart-26 Mayıs 1950 tarihleri arasında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmiş, kitap olarak basılması ise ancak ölümünden 11 yıl sonra gerçekleşmiştir.

 

Tanpınar’ın yakın arkadaşı olan Adalet Cimcoz, 25 Aralık 1950’de çağdaş sanatın gelişimine katkı sağlayan Maya Sanat Galerisi’ni, Beyoğlu´nda Kallavi Sokak, 20 numaralı iki katlı bir apartmanın birinci katında açmış ve 1955 yılında kapanışına kadar yöneticiliğini yapmıştır. Maya Sanat Galerisi, Türkiye’nin uzun soluklu ve kurucusu kadın olan ilk özel sanat galerisidir. İstanbul’un ressam, heykeltıraş, şair ve yazarlarını bir araya getiren Maya Sanat Galerisi açık kaldığı beş yıl boyunca Tanpınar’ın da sık sık uğradığı bir buluşma noktası olmuştur.

 

Tuanpınar Adalet Cimcoz ve kocası Mehmet Ali Cimcoz ile yakın arkadaş olur. Özellikle Adalet Hanım ile sık sık görüşür. Sabahattin Eyüboğlu ile de sık sık Evlerin aynı ortamlarda bulunmuştur. Hem onlarla birlikte olmuş, gitmiş gelmiş, evlerinde yemek yemiş sonra da evine kırgınlıkla dönüp, günlüğüne yazdığı satırlarda bu en çok görüştüğü arkadaşlarını kimi zaman çekiştirmiştir. Yurtdışında olduğu dönemde Adalet Hanıma sık sık mektup yazmış, bu mektuplarında hem izlenimlerini paylaşmış, hem de her şeye geç kalmışlıktan, yorgunluktan yakınmıştır. İstanbul’da yapılması gereken bazı işlerinin takibini, hatta kitabının basım sürecinin izlenmesini bile Adalet Cimcoz’dan yardım istemiştir.

 

Adalet Hanım o dönemde gazetede “Fitne Fücür” adlı cemiyet haberleri veren bir dedikodu köşesi yazmaktaydı. Tanpınar’ın yayınlanan bir eseri hakkında övücü bir yazı yazmış ve yazıda “Hamdicik” ifadesini kullanmıştı.  Tanpınar bu Hamdicik ifadesini beğenmemiş ve bozulmuştu. Yakın çevresinin bile kendisini küçümseyen bir bakışı olduğunu fark ediyor, bu duruma çok üzülüyor, bu üzüntüsünü de günlüğü ile paylaşıyordu.

 

1951 yılının 20 Mart’ında İstanbul Üniversitesi’nin Senato kararıyla Fransız Dili ve Edebiyatı Kürsü Başkanlığına tayin edilir.

 

Tanpınar gençliğinden itibaren hayalini kurduğu Avrupa gezisi nihayet 1953 yılının 30 Mart’ında gerçekleşir. 1953’de Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderir. Edebiyatını, sanatını yakından bildiği bazı Avrupa ülkelerini görmek ve araştırmalar yapmak üzere Fransa’ya gider. Tanpınar’ın yayımlanan günlükleri 21 Nisan 1953 tarihinde Paris’te başlar.

 

Tanpınar daha ortaokul sıralarında 1910 Ekim-1913 Mayıs tarihlerinde babasının görevi nedeniyle Siirt’te bulundukları sırada Fransız Dominicain misyoner mektebine devam etmiştir. Fransızcasını asıl Kerkük’te bulundukları yıllarda geliştirmiştir. Fransız yazarların ve şairlerin eserlerini çok yakınan takip etmiş, edebiyat, felsefe, psikoloji ve sanat alanlarında derin bir batı kültürü edinmiştir.

 

Söz yabancı dil bilgisinden açılmışken, Tanpınar’ın siyasetten ayrılıp, tekrar üniversiteye döndüğü dönemde İngilizce öğrenmek için  çalışmaya başladığını ve 2-3 yıl içinde İngilizce basılmış edebiyat ve fikir kitaplarını okuyabilecek  düzeye geldiğini de eklemek isterim.

 

Tanpınar Paris’te en çok resim sergilerinden ve galerilerden etkilenir. Bir yandan müzelerde öteden beri bildiği tabloların asıllarını görmekten, öte yandan Paris’in sanat ortamında resme verilen önemden çok etkilenmiştir. Tanpınar Paris’i sevdiği yazarların izinde dolaşmış, onların yaşadığı mekanları, sokakları ve evleri de ziyaret etmiştir.

 

Oysa Tanpınar’ın ölümünün hemen ardından yazdığı tüm şiir ve metinlerini yayınlayabilmek için asistanlarıyla birlikte yoğun bir çalışma içine giren eski asistanı Prof. Dr. Mehmet Kaplan Avrupa’ya sevgili hocasından önce gitmeyi başarmıştır. 1949 yılında fakülte kontenjanından bir yıllığına Fransa’ya gönderilmiş, Sorbonne Üniversitesinde ders, seminer ve konferansları izlemiştir.

 

Tanpınar’ın yazarlarını, düşünürlerini ve özellikle de şairlerini derin bir merakla yakından izlediği, kültürünü, sanatını öğrenmek için yoğun bir ilgi gösterdiği Fransa’ya ancak 52. yaşında gidebilmiş olması da kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Ucuz otel odalarının verdiği rahatsızlığa, yürümesini engelleyen nasır acısına rağmen üniversite yıllarından itibaren görebilmek için can attığı, bir görevle gidebilmek için defalarca çevresindekilerden ricacı olduğu Paris’tedir artık ama tadını çıkaramaz. Sergilerden konserlere, müzelerden operalara, kütüphanelerden kiliselere dolaşır ama hep bir görev duygusuyla, bir ödevi yerine getirircesine yaşar Paris günlerini. O sıralarda Paris’te bulunan Bedrettin Tuncel gibi eski okul arkadaşları, meslektaşları ve Abidin Dino, Fikret Mualla gibi Türk ressamlar vardır çevresinde, en çok onlarla görüşür, yakın çevre gezleri yaparlar birlikte.

 

Gördüğü sergiler ve müzeler hakkında günlüğüne sürekli notlar alır. Bu gezi ile ilgili bazı makaleler yazar ama çok azı yayımlanır. Gezi izlenimlerini Paris Tesadüfleri adlı bir kitapta toplamak istemektedir. Maalesef bu hayalini gerçekleştirmeye ömrü yetmeyecektir.

 

Ömrü Avrupa’yı görme hayali ile geçen Tanpınar; Paris’ten yazdığı mektuplardan aklının İstanbul ile meşgul olduğunu öğreniyoruz. Bu arada Türkiye’de çeşitli yazıları da yayımlanmaktadır.  Bunlardan biri edebiyatın genel meseleleri ve sanat anlayışı üzerine bir konuşmadır.

 

Tanpınar altı aylık bu geziden çok yorun ve yarı memnun 6 Kasım 1953’te Türkiye’ye döner. Bu günlerde Ankara’da Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakledilme merasimi yapılmaktadır (9 Kasım).  Üniversite ve İstanbul ise, belki de bu uzun ayrılığın verdiği ruh hali içinde kendisine tatsız ve sönük görünür. Avrupa dönüşü bir süre Cihangir’de Tavukuçmazı sokağında oturan Tanpınar, daha sonra ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Gümüşsuyu’ndaki evine taşınır. Bu evler küçük ve mütevazı kiralık dairelerdir.

 

Bu dönemde günlüğünde sık sık yeterince çalışamamaktan, eser verememekten yakınan Tanpınar bir yandan üretmeye devam etmektedir. Birkaç makalenin ardından, en sevilen romanlarından biri olacak, Saatleri Ayarlama Enstitüsü üzerinde çalışmaya başlar. Roman, 20 Haziran–30 Eylül 1954 arasında Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilir. (Biyografi, Handan İnci) http://www.tanpinarmerkezi.com/ahmet-hamdi-tanpinar/biyografi/

 

1954’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı tefrika edilmesinden ancak yedi yıl sonra ve de ölümünden kısa bir süre önce, 1961 yılında kitap olarak basılabilmiştir.

 

Tanpınar, 1 Şubat-4 Mart 1955 tarihleri arasında Filmoloji Kongresi’ne Türkiye’yi temsilen katılmak üzere üç haftalığına yeniden Paris’e gider. Aynı yıl, Venedik Sanat Tarihi Kongresi‘ne katılmak üzere bir aylığına üçüncü Avrupa gezisine çıkar. Bu gezilerinde günlük tutmamıştır. Bu gezilere ait izlenimleri dostlarına yazmış olduğu birkaç mektuptan öğrenilmiştir. (Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mektupları, Zeynep Kerman)

 

Tanpınar’ın Yaz Yağmuru adlı ikinci hikâye kitabı 1955 yılında önce Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilmiş, aynı yıl kitap olarak da basılmıştır.

 

Tanpınar eski yatakhane arkadaşı Hasan Ali Yücel’in korumasına tüm hayatı boyunca ihtiyaç duymuştur. 1957 yılında Beş Şehir adlı deneme kitabının çok genişletilmiş ikinci baskısının Hasan Ali Yücel’in yönetimindeki İş Bankası Yayınları tarafından basılması için çalışmaya başlamıştır.

 

Aynı dönemde en beğendiği makalelerinden yaptığı seçkiye Avrupa gezisi izlenimlerini anlatan yazılarını ve henüz hiçbir yerde yayımlanmamış makalelerini de ekleyerek Yaşadığım Gibi adıyla kitap olarak basılması için de hazırlık yapmıştır. Bu kitap banka tarafından nedense basılmamış,

 

28 Ağustos-4 Eylül 1957 tarihleri arasında Münih’te düzenlenen ‘Uluslararası 24. Müsteşrikler (Oryantalistler) Kongresi’nde Türkiye’yi temsil eder. Kongre’de “Üç Şehirli Masalı” adlı bir tebliğ sunar.

 

Tanpınar, sonbahardaki bu geziden sonra, yurda döner dönmez yarım kalmış işlerine girişmiştir. Bunlardan biri Yaşadığım Gibi adı altında denemelerini yayımlamaktır. Ayrıca yeni bir romana başlamıştır. Yıl sona ermeden, öğrencilik yıllarından itibaren en yakın dostlarından biri olan Yunus Kazım Köni’nin ölümü, Tanpınar’ı derinden sarsar.

 

27 Mart 1958 tarihinde Hasan Âli Yücel’e yazdığı mektupta, “özellikle şiirlerini doğru dürüst yayımlayabilmek istediğini” ifade etmişti. (Tanpınar’dan Hasan Ali Yücel’e Mektuplar, YKY, 1997)

 

1958 Mart ayı içinde, göğüs hastalığı sıkıntısıyla Cerrahpaşa Hastanesi’nde yatar. İki ay süren hastane döneminde,  hastalığın da verdiği korkuyla elindeki yarım işleri tamamlama telaşına kapılır.

 

1958’de Venedik’te gerçekleşen ‘Felsefe Kongresi’ne katılmak üzere bir haftalığına yurt dışına çıkar. Tanpınar Avrupa seyahatlerinin hepsinde uçakla yolculuk yapmış, başta Paris olmak üzere, Fransa, İngiltere, Belçika, Hollanda, İspanya, Portekiz,  İtalya, Almanya ve Avusturya’yı kısmen gezerek görme imkânı bulmuştur.

 

Prof. Dr. Ömer Faruk Akün ve Prof. Dr. Handan İnci tarafından yazılmış Tanpınar biyografilerinde yer almayan 1955 ve 1958 yıllarında gerçekleşen iki Venedik gezisine ait bilgileri Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nin Tanpınar maddesinden aldım.  https://islamansiklopedisi.org.tr/tanpinar-ahmet-hamdi

 

Tanpınar’daki yıkılış duygusu, 1 Kasım 1958’de Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümüyle daha da derinleşir. Çok şey borçlu olduğunu söylediği üstadı Yahya Kemal için bir biyografi çalışmasına başlar. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok sevdiği ve değer verdiği, örnek aldığı hocası ve üstadı büyük Türk şairi Kemal Beyatlı’nın ölümünden sonra üzerinde çalışmaya başladığı Yahya Kemal kitabını sağlığında bir türlü bitirememiştir. Bu kitap ancak Tanpınar’ın ölümünden sonra, 1962 yılında Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti tarafından basılmıştır.

 

Tanpınar’ın resim konusundaki merakı onu resim sanatı üzerinde derin bilgi sahibi olmasına yol açmıştır. 1958 yılının Mart ayında İstanbul’da XIX. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nin resim jürisinde görev alan Tanpınar, aynı jürinin toplantıları için 5-8 ve 18-23 Nisan 1958 tarihlerinde iki kez Ankara’ya gider,  DTC Fakültesi’ndeki toplantılara katılır.

 

Güzel sanatların hepsine karşı büyük ilgi duyan Tanpınar, özellikle resim ve müzik konusunda otoritedir. Şiirlerinde olduğu kadar, romanlarında da resme has tasvirler vardır, özellikle Huzur’da. Müzik ise, Tanpınar’ın şiirinde daha önemli bir yere sahiptir. “Her çehre, her hatıra bize kendi hususi nağmesiyle gelir. Onu yeniden yaşamak için bu sesi bulabilmek lazımdır” sözleri, onun kelimelerle çizdiği soyut tablonun çoğu zaman müzikten beslendiğini ifade eder.

 

Tanpınar’ın bu dönemde senaryo çalışmaları da yapmaya başlamıştır. Ölümünden hemen sonra asistanı Ömer Faruk Akün’ün kaleme aldığı ilk ayrıntılı biyografisinden öğrendiğimize göre, 1956 yılının yaz mevsimi başlarında bir senaryo tamamlayıp çevrilecek film için stüdyoya teslim etmiştir.

 

Bu senaryonun 1998 yılında, İyişeyler Yayınları tarafından basılan ve Sahnenin Dışındakiler romanın konusundan yararlanılarak yazılan İki Ateş Arasında adlı senaryo olup olmadığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak günlüğünde, Tanpınar’ın senaryo çalışmalarına devam ettiğini, özellikle hayatının son yıllarındaki parasızlığını senaryo yazarak gidermek istediğini okuyoruz. (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, İnci Enginün, Zeynep Kerman) http://www.tanpinarmerkezi.com/ahmet-hamdi-tanpinar/biyografi/

 

Ömer Lütfi Akad’ın yönettiği, başrollerinde Çolpan İlhan, Fikret Hakan ve Sadri Alışık’ın oynadığı 1959 yapımı Zümrüt filminde Tanpınar’ın rulet masasında oturan bir figüran olarak bir karelik bir rol aldığını Selim İleri’nin ‘Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun’ adlı romanından öğreniyoruz. Güzel kadınlara ilgisi bilenen Tanpınar’ın o film setine Batılı tarzda güzel bir kadın olan Çolpan İlhan’ı görmek için mi, yoksa birkaç lira kazanmak için mi gitmiş olduğun hususunda Selim İleri de net bir şey söyleyememektedir.

.

Tanpınar yarım işlerle dolu dosyaları tamamlamak ve yeni projelere başlamak ümidiyle 1959 yılına girmiş ve 9 Ocak 1959’da günlüğüne şu notu yazmış:  “Dört kitap neşredebilirim: Mösyö Teste (parça parça çevirmektedir), Paris Tesadüfleri (Paris gezisinden izlenimleri), Yahya Kemal ve neşrini istemediğim Şiirler. Bir kitapçı bulmam lazım.” Sağlığında bu dört kitaptan sadece Şiirler kitabı basılabilecektir.

 

1959’da Türk-Amerikan Üniversiteliler Derneği, Batı’da da İngilizce olarak yayımlanacak Yeni Türkiye adlı bir kitap hazırlıyor. Türkiye’nin son dönem edebiyatını anlatma görevi Tanpınar’a verilir. Tanpınar’ın hazırladığı “Türk Edebiyatında Cereyanlar” makalesine  Oktay Akbal, Ziya Osman Saba ve Samet Ağaoğlu gibi yayımlanmış eserleri olan hikayecileri bu çalışmada hiç anmayıp, henüz basılı bir kitabı olmayan dostu ve doktoru Fikret Ürgüp’e yeni hikayeciler arasında yer vermesi çok yadırganmıştır.

 

Amfizem hastalığının artması nedeniyle 1959’un Mart ve Nisan aylarında Cerrahpaşa Hastanesinde yatmak zorunda kalır. Onu hastane koşullarında güçlü tutan tek şey, 19. Asır Türk Edebiyat tarihi kitabının 2. Cildi için batı kaynaklarını taramak zere bir yıllığına Avrupa’ya gitmesine olanak veren bir burs bulmuş olmasıdır. 15 Mayıs’ta “artık sigarayı kesin olarak bırakması gerektiği” uyarısıyla hastaneden taburcu olur.

 

Sigarayı bırakmak. Defalarca karar vermiş, defalarca denemiş ve anında vazgeçmiştir. Günlüğünün son bölümlerinde sık sık sigaradan şikayet etmiş, kendini hiç iyi hissetmediğini yazmıştır. Bütün ömrünce sigara içmiştir Tanpınar. Hem de birini söndürmeden diğerini yakarak, arka arkaya içermiş Yenice sigarasını. Fakültede ders verirken de sigarasını yakarmış. Hatta okuduğu kitaplarda satır altlarını ucu yanık kibritlerle çizermiş.

 

26 Haziran 1959 tarihinde Rockefeller kurumundan aldığı bursla Fransa’ya giden Tanpınar atık kendini yaşlı ve yorgun hissetmektedir. Bir yıl süreyle Fransa, Almanya ve İspanya’da bulunur, Avrupa’da sevdiği şehirleri yeniden ziyaret etmekten memnun olur. 8 Haziran 1960’da yurda döner. Türkiye’deki 27 Mayıs askeri darbesini Paris’te bulunduğu sırada öğrenmiştir.

 

Abdin Dino’nun eşi  Güzin Dino; Tanpınar’ın 27 Mayıs darbesini öğrendiği günkü endişesini ilginç bir gözlemle açıklamaktadır. Tanpınar, telaş içindedir ve ‘devlete zeval gelmesin’, diyecektir. (Güzin Dino, “Beya­zıt Meydanı’nda Öldürülmüş Bir Genç”, Kitap-lık, no. 40, Mart-Nisan 2000.)

 

Ülkenin içinde bulunduğu gergin hava, sağlık sorunları ve parasızlık verimli bir çalışma sürdürmesini engellemektedir. Tanpınar’ın en büyük korkusu, yarım işlerini, bitiremeden ölmektir. 4 Eylül tarihli günlüğüne “Bugünlerde masamı temizlemeğe mecburum! Dikkat! Yoksa şarkılar yarıda kalacak!” cümlesiyle yansıttığı bu endişe, günlüğün bundan sonraki bütün sayfalarına giderek artan bir tempoyla yayılır.

 

UNESCO üyeliğine seçilen Tanpınar Eylül ayı sonunda toplantılara katılmak için Ankara’ya gider.  İstanbul’a dönüşünde, sıkıntılarının arasına üniversiteden atılan hocalar sorunu da eklenmiştir. Milli Birlik Komitesi tarafından üniversitedeki görevlerine son verilen 147 hoca arasında Tanpınar’ın çok sayıda arkadaşı da vardır.  “Biz buna layık değildik!” demesine ve “bir yığın tanıdık” için çok üzülmesine rağmen dikkati yine tamamlaması gereken eserlerindedir. Günün notlarını şöyle bitirir: “Politika kuyu gibi  insanı çekiyor. Fakat benim vaktim yok!”

 

1960 yılının sonuna doğru, İş Bankası Yayınları’ndan Beş Şehir’in ikinci baskısı çıkar. Tanpınar on dört yıl aradan sonra gerçekleşen bu baskıda Konya ve İstanbul bölümlerinde önemli değişiklikler yapmıştır. Bir yarım işi daha tamamına erdirmenin sevinciyle, kendisine yayın imkânı sağlayan Hasan Âli Yücel’e yazdığı mektupta “kitaptan çok memnun” olduğunu söyler.

1 Ocak gecesini Üniversite’nin Fransız Filolojisi bölümü hocalarından Süheyla Bayrav’ın misafiri olarak geçiren Tanpınar, yeni yıla yine yarım kalmış dosyalar arasında plan ve programlar yaparak başlar. Hayatının bu son yılında Tanpınar,  özellikle iki çalışmaya yoğunlaşmıştır: Aydaki Kadın romanı ve “Eşik” şiiri. İkisini de bu türlerdeki ustalık eserleri olarak görmektedir.

Tanpınar’ın çeşitli mecralarda yayınlanan şiirlerinin arasından büyük bir titizlikle seçtiği hece ölçüsü ile yazılmış otuz yedi şiirini kapsayan ilk ve tek şiir kitabı ancak ölümünden bir yıl önce basılabilmiştir. Kitap çok sade bir başlıkla “Şiirler” adıyla ancak 1961yılının Şubat ayının ortalarında okura ulaşmıştır. Daha ilk şiir kitabının mutluluğunu yaşayamadan en yakın arkadaşlarından Hasan Âli Yücel’i 26 Şubat 1961’de kaybeder.

 

Öğrencilik günlerinden itibaren yakın arkadaşı olan Prof. Dr Mükrimin Halil’in 1961 yılının Aralık ayında vefat etmesi Tanpınar’ı bir kez daha sarsmıştır. Hayatının son yıllarında giderek artan bu tür kayıplar Tanpınar’ın psikolojisini derinden etkiler. Günlüğünde “ölen adamın acısı, nesil kaygısı birbirine karıştı” derken, bunu artık bir yaş meselesi olarak da görmektedir. Ölümün artık kendi neslinden olanların etrafında dolaşması onda zamanının tükenmekte olduğu kaygısını yeniden harekete geçirir. Yapıp ettiklerinin değerini sorgulamaya başlar.

 

“Hiçbir şeyi bitirmeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanamadığım o kadar kelime varken.” (Bir Hülya Adamının Romanı-Ahmet Hamdi Tanpınar/Orhan Okay, Dergâh Yayınları, 2010)

Sağlığı gittikçe bozulan ve Ocak 1962’de bronşiti artan Ahmet Hamdi Tanpınar soğukların etkisiyle hastalanır. 11 Ocak 1962 tarihli son günlük yazısının ilk satırlarında “dün paltosuz çıkmanın verdiği bir rahatsızlık” ifadesini okuruz. (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, sh: 322)

 

Tanpınar Fakültedeki derslerine bir süre gidemez. 23 Ocak 1962 günü Fakülte Kurulu toplantısında fenalaşınca önce bir doktor arkadaşının muayenehanesine oradan da Haseki Hastanesine kaldırılır.  O hecenin sabahına doğru saat 04.00 sularında bir kalp krizi geçirir ve 24 Ocak 1962 Çarşamba günü sabahı beşi kırk geçe bir türlü mutlu olamadığı, rahat bir nefes alamadığı 61 yıllık yaşamına veda eder. Cenaze namazı Süleymaniye Camii’nde kılındıktan sonra Rumelihisarı Aşiyan Mezarlığı’nda Yahya Kemal’in mezarının yanı başına defnedilmiştir.

 

Mezar taşına ünlü “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinden ilk iki dizesi yazılmıştır.

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

 

Birsen Karaloğlu

4 thoughts on “Ahmet Hamdi Tanpınar – Kullanmadığım Onca Kelime Varken/ Birsen Karaloğlu

  1. Yaşar Engin dedi ki:

    Sayenizde Tanpınar hakkında detaylı bilgi sahibi oldum.Teşekkürler Birsen Hanım.Başarılar.

  2. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Merhaba Sevgili hemşehrim, okuldaşım ve kıymetli öğretmenim Yaşar Engin Bey,
    Sizler okuyunca yazma hevesim artıyor. Teşekkürlerimi ve sevgilerimi kabul etmenizi diliyorum.

  3. panzehir_dergi dedi ki:

    Birsen Hanım, dosya çalışmanız için sizi tebrik ediyorum. Harika bir arşiv oldu

  4. Birsen Karaloğlu dedi ki:

    Teşekkür ederim. Bu destekleyici yaklaşımınızı dosyayı zenginleştirme görevi olarak alıyor mutlulukla kabul ediyorum.

Birsen Karaloglu için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir