????????????????????????????????????
Sülbiye Yıldırım

AH NEZAHAT!

Nezahat, nemine dayanılmaz güneyin boğucu sıcağını hafifletir umuduyla her daim açık duran penceresinde, terden suratına yapışmış saçları, dekoltesine sığmayan memeleri, kim bilir kaç kat katladığı gazeteden yelpazesiyle, gümüşi ay ışığında oflaya puflaya serinlemeye çalışırken, mahallenin kaşarlanmış kart zamparaları da körpe şişmanlığını dikizlemek için perdelerin arkasına, duvarların kuytusuna sığınırdı.

Yaz tatillerinde, sıcağı insanı bunaltan bu küçük kıyı kasabasında, sevdalarımızdan, bedenlerimizden başka derdimizin olmadığı yaşlarda, tasasızca, neşe dolu denizin ve yaşamın tadını çıkaran beş kızdık. O yaştaki her genç gibi, kusurlarımızı dünyanın en büyük derdi sanırdık. En büyük ortak derdimizse Nezahat’tı. Şişman sözcüğünün onu tanımlarken zarif kalacağı bir bedeni taşıyordu ve biz bir sonraki tatilde onu biraz daha irileşmiş görmekten hoşlanmıyorduk.
Zayıflayacağından ümidi kestiğimizden onu olduğu gibi kabullenmiştik ama o her yaz başlangıcında kendince diyete, spora başlar, inatla incelmeye çalışırdı. Yapamayacağı diyetlerden sonra ne kadar kilo alacağı konusunda aramızda fısıldaşırken, birbirimizden gizlediğimiz kıyaslamalarla, onun pencereye hatta odaya sığmayan iriliğinde kendimizi daha bir güzel hissederdik. Allah’ım, onun yanında ne kadar zariftik! Üstelik fazladan özelliklerimiz de vardı. Benim belim inceydi, Aysel’in biçimli, uzun bacaklarında ayak bilekleri. Şule’nin göğüsleri, Mübiş’in de poposu harikaydı. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Nezahat’ın şişmanlığı bizi ne kadar yaralıyorsa, Mübiş’in Amerikalı pop şarkıcısınınkine benzeyen poposu da bir o kadar mutsuz ediyordu.
Acımasızlık, havailik ne derseniz deyin, hayatımızda bir daha asla var olmayacak o duygular, kavak yellerinin yumuşak okşadığı yaşlarımızın eseriydi. Ona rağmen suçluluk duygusu uyandıran kıyaslamalarımızın etkisinde Nezahat’a desteğimizi sonsuzdu. Diyete birlikte başlar, birlikte bisiklete binerdik. Hatta o yorgunluğunu kumlarda giderirken biz onun yerine dakikalarca yüzerdik. Sonunda da Nezahat’ın iflah olmaz bir şişman olarak kalacağına hükmederdik.
Yaz ortasında bir sabah, sıcakların bir hafta daha amansızca süreceğini söyleyen meteoroloji haberinin ağırlığını unutturacak bir güne uyandık. Nezahat her zamanki saatte şişmanlığını havalandırdığı pencerede yoktu. Onun yokluğunda bembeyaz yumuşaklıkta huzurlu bir sessizlikle dalgalanan perdenin aksine, bizler bu kimsesizlikten tedirgin olduk. Nezahat’ın görünmediği bu yaz sabahı güneşi gölgelemiş, günü anlamsız kılmıştı. Uzun sürmedi bomba haberi öğrendik; Nezahat’ı istemeye geleceklerdi!
Şaşırmıştık. Şişmanlığından olsa gerek, kendimiz için kurduğumuz aşk ve evlilik hayallerinde onu hiç düşünmemiştik. Şaşkınlığımızı üstümüzden atıp soluğu Nezahatlarda aldık. Heyecanlı başlayan günün tatlı telaşı içinde arkadaşımızı geceye hazırlamaya çalışırken, hayatımızın en olağanüstü, en keyifli gününü yaşamıştık. Alışveriş, kuaför derken gün sonunda Nezahat çok alımlı bir şişman olmuştu. Yeşil gözleriyle ne kadar güzeldi! Biz zamanla yarışarak gelin adayıyla geceyi karşılamaya hazırlanırken, annesi de evdeki düzenlemeleri bitirmişti. Ev de Nezahat da hazır, damat adayıyla ailesini bekliyordu.
Şık bir çiçek buketinin eşlik ettiği çikolata tabağının önderliğinde gelen oğlan tarafıyla birlikte salonda toplanan küçük kalabalık, mutlu ve neşeliydik. Damat adayı tam Nezahat’a göreydi. Sevimli, kırmızı yanaklı, utangaç, Nezahat’ınkinin aynısı yeşil gözleriyle mahcup ve sevecen bakan, tombul bir gençti. Görür görmez sevdik, eniştemiz oluverdi. Kahveler içildi, isteme işi bitti, çikolatalar dağıtıldı. Neredeyse yaz sonunda düğüne karar verilecekti ki nasıl olduğunu anlamadığımız bir şey oldu. Gecenin büyülü havasını alt üst eden derin bir sessizlik evdeki her şeyi ikiye ayırdı.
Olayın güzel tarafının tadını çıkarmaktan başka derdi olmayan bizler olup biteni anlamaya çalışırken, Nezahat’ın annesinin sesi bıçak keskinliğiyle, önce sessizliği sonra da orada bulunan herkesin yüreğini doğradı;
“Niye bu kadar şaşırdınız ki, ne düğün ne tören, ne de eşya, hiçbir şey istemiyorum. Hatta gelinliği bile kiralayabiliriz ama biricik kızım…” durdu, anlamlı bakışlarını şaşkınlık ve korku ile kendisine bakan Nezahat’a çevirdi, “biricik kızım, tek evladım için sadece altın bir kemer istiyorum. İncecik de olsa bir kemercik, çok mu? Bu da benim muradım.”
Altın kemer!  … ?
Şaşkınlıktan ağzımız bir karış açık, gözlerimiz yuvalarında donmuşken, o an Nezahat’ı görmenizi hiç istemezdim. Aşka dair kıpırdanmalara hazırlanan yüreğinin kırılıp dökülürken çıkardığı sesini hepimiz duyduk. Yüzündeki ışıltısının nasıl utancın kırmızısına dönüştüğüne tanıklık ettik. Uzun, upuzun, herkesin ne yapacağını, elini ayağını nereye koyacağını bilemediği bir zaman diliminin ardından, oğlan tarafı hiçbir şey söylemeden, arkalarında sıcak, ağır, nemli bir sessizlik bırakarak kaçar gibi evi terk ettiler. Herkes çabucak dağıldı. Nezahat kendini odasına kilitledi. Fırtınanın kasıp kavurduğu bir dünyanın savrukluğunda, kapının altından sızan kederiyle Nezahat’ı baş başa bırakmak zorunda kaldık.
Ertesi gün erkenden arkadaşımızın yanına gitmek için sözleşip ayrıldık. Annesinin, olmazlığını fark edeceği akıl almaz isteğinden vazgeçeceğine o kadar inanıyorduk ki her şey düzelecekti, yaz sonuna kalmadan Nezahat’ın düğününde eğlenecektik. Annem de
“Adettendir, evlilik öncesi böyle şeyler olur, dert etmeyin, sonra her şey düzelir.” diye bizi rahatlatmıştı. Sabah uyandığımda ilk işim pencereye koşmak oldu. Nezahat ve sığmayan şişmanlığının değişmez taşıyıcısı pencere de, hiç kapanmayan, dalgın perdeli balkon kapısı da sıkı sıkı kapalıydılar. Ev karşımda, olağandışı bir kimsesizlikte bana bakıyordu.
Gitmişlerdi! Yoklardı!
İnanmayacaksınız, o gün Nezahatlarla birlikte dayanılmaz sıcaklar da çekip gitti. Yağmura meyilli, kapalı, rüzgârlı havaların hâkim olduğu, denizi dalgalı, göğü bozarmış, sıkıntılı bir yazın tatsız, çekilmez günlerinde yaşadık geride kalan günleri.
O yazdan sonra Nezahatlar artık yazlığa gelmedi. Ondan sonraki yazlarda da. Birkaç yıl sonra Nezahat’ın evlenip Avustralya’ya yerleştiğini, gidişine dayanamayan annesinin kısa süre sonra öldüğünü, babasının da yeniden evlendiğini öğrendik. Anne babasının gözbebeği Nezahat’ın tembel, şiddet yanlısı, dul ve beş çocuklu bir adamla evlendiği, Avustralya’da zor şartlarda çalıştığı, âdeta bir köle gibi yaşam sürdüğü, hatta çok zayıflayıp tanınmayacak hale geldiği söylentileri birkaç yıl daha kasabayı meşgul etti, en nihayetinde unutuldu. Biz hiçbirine inanmadık! Nezahat, o son yazdaki gibi kazındı belleklerimize. Neşeli, şişman, hep çocuksu, hep dost.
İlerleyen yıllarda dört arkadaş birbirimizden kopmadık. O sahil kasabası yetişkinliğe geçişimize, yaşamlarımızı inşa edişimize tanıklık etmeye devam etti. Uzun aralıklarla olsa da kısacık ortak bir tatilde buluşmaktan, hayatlarımızı paylaşmaktan hiç vazgeçmedik, Nezahat’ı anmaktan da.
Gidişinden sonra kaç yıl geçti, saymadık. Bugün yine bir aradayız. Yıllardan sonra ilk kez Avustralya’dan gelecek olan Nezahat’ı karşılayacağız.  Masmavi bir gökyüzü, çarşaf gibi denize yansıyor. Limana yanaşan kocaman yolcu gemisi daha bir beyaz görünüyor bu mavilikler içinde. Beyazlığıyla hoş bir tezat oluşturan kırmızı filikaları tatil kasabasındaki genç kızlığımızı getiriyor yanı başımıza. Buruk bir heyecan içindeyiz. Limanın koşuşturmasında dördümüz de sessiziz. Gergin yüz hatlarımız altında aynı yürek kırıklığını, gençliğimize duyduğumuz aynı özlemi, hayata ve dostluğa dair aynı sıcak sevgiyi paylaşıyoruz.
Görevliler eşliğinde gelen arkadaşımızın görünmesiyle hareketleniyoruz. Nezahat, pencerelere sığmayan, tüm yaşamımızı kaplayan iriliğine inat, yanarak can verdiği fabrikanın özel armağanı zarif ceviz bir tabut içinde, incecik, dal gibi geliyor. Teslim alıyoruz onu. İncinmesinden korkarak özlemle sarmalıyoruz.

Daha fazla öykü okumak için lütfen buraya tıklayın.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

Related Posts

1 thoughts on “AH NEZAHAT! / Sülbiye Yıldırım

  1. H.Yılmaz Keleş dedi ki:

    Hüzünlü bir hikaye olmuş…Öyküleri kontrol etmek dünyanın en zor işi …Birde işin için tutkulu sahiplennme olunca,çocuklarını yeni bir birey değilde can şenliği görünce ne ,ne içyakan hikayeler akıyor….

H.Yılmaz Keleş için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir