alev turanlı
Dr. Alev Turanlı

SİNEMA SOKAĞINDAN NURİ BİLGE CEYLAN GEÇİYOR...

 

Yalnız ve Güzel Ülkem’den Ahlat Ağacına

Nuri Bilge Ceylan, Cannes’da ‘Üç Maymun’ filmi ile en iyi yönetmen ödülü alıp ‘Yalnız ve Güzel Ülkeme’ diye ülkesine adayarak, içimizi titretmişti. Çok etkilenmiştim o zaman. Cannes’da Uzak filmi ile aldığı ödülü ise, Yılmaz Güney’e adayarak onun ‘Yol’ filmi ile aldığı Altın Palmiye ödülünü ülkesine getiremediğini dert etmiş ve bu ilk ödülünü Yılmaz Güney’e adayarak gözlerimizi yaşartmıştı. Eğer ‘Ahlat Ağacı’ ile ödül alsaydı ne söyleyeceğini çok merak ediyordum. “Ülkemin ahlat ağaçlarının zeytine dönüşmesi’’ dileğimle olabilir miydi?
Elbette olmazdı… kendi içine doğru yaptığı yolculukta mutlaka daha etkili ve daha güzel sözcükler bulurdu.
‘Yalnız ve Güzel Ülkem’ konuşmasının üzerinden çok zaman geçti daha sonra Nuri Bilge ‘’Kış Uykusu’’ filminde, aydın ve entelektüel bir adamın ikili ilişkisi, çevresi ile yaşadığı çelişkileri, iletişimsizliği, hayatın her türlü yalın gerçekliğine yabancı ve uzak kaldığını fark edemediğini, adamı sanki kış uykusunda gibi bir metafor ile anlatmıştı.
Bir Zamanlar Anadolu’da ise hiç kimsenin bence cesaret edip çekemeyeceği kadar zor bir filmdi. İnsan nasıl olur da beş kişiyi, mahkûm, komiser, savcı, doktor bir emniyet görevlisi insanı bir küçük arabaya koyar, gerçek zaman kadar bir zamanı sinemada kullanır, Anadolu bozkırı, gecenin kör karanlığında sadece araba farı kullanarak, inanılmaz çekimler yapıp üç saat seyirciyi koltuğa yapıştırabilir.
Konu aslında çok basit bir mahkûm cinayet işlemiş ve cinayeti işlediği yeri gösterecek, tatbikatın gece yapılmasının nedeni memurların fazla mesai ücreti alacaklar, Nuri Bilge öyle bir iş çıkartır ki; Savcının, doktorun, komiserin mahkûmun, görevlinin nerdeyse iç dünyalarına kişilik yapılarına özel hayatlarına yolculuk yaptırır. Bununla da kalmaz muhtarın sofrasında bu küçücük karanlık ortamdan muhteşem bir sahne çıkarır ve o sahneyi unutulmayanlar arasına sokar.
O ışıklar, o yol çekimleri, o oyuncular ne kadar mükemmeldir. Çekimleri ve kareleri, ile bana göre olağanüstü bir performans göstermiş ve muhteşem bir film çıkarmıştır.
Her filmi ile bir kez daha hayran olduğum bu inanılmaz adam filminin bir yerlerinde sadece seyircinin içine benliğinin ta derinliklerinde bir yerlere dokunur. Bu anlamda Nuri Bilge, Dostoyevski gibi içe bakan biridir. Her filminde; insanı bazen didikleterek bazen hoş bir duygu ve güvenle bazen gülümseten bir nostalji ile kendisinin iç dünyasına götürür.  Ayrıca her filminde seyirci ile bir bağ kurar, seyircisinin yaşamış olduğu ancak zamanın bir yerlerinde unuttuğu bir olayı anımsatır ve onun pembe kalbine dokunur.
‘Bir zamanlar Anadolu’da katilin kardeşinde, Fareler ve İnsanlar kitabındaki ‘…ama kötü niyetim yoktu ki George diyen Lanny’yi ‘’Coca Cola yok mu?’’ diye sorarken görmek; ya da ‘Ahlat Ağacı’nda, Babanın (İdris) kuyuyu öyle kazdım ki arzın merkezine seyahat oldu nerdeyse diyerek Jules Verne ile bize göz kırpmak sadece bu kıvrak zekalı muhteşem adama ait tarzlar. O kadar karmaşık, çok katlı filmde araya böyle şeyleri sıkıştırıp, yüreğime dokunması ona hayranlığım ve bağlılığımı daha çok artıyor.
ahlat agaci
Son filmi, Ahlat Ağacı ile Nuri Bilge artık cesurluğun ötesinde bir iş yapmış. Bence meydan okumuş. Yeni teknolojileri ile oldukça hızlı, her şeyin en ucuna kadar giden dokunulmayanlara sonuna kadar dokunan şiddet dolu, çabuk üreten çabuk tüketen diğer filmlerin yanında üç saat sekiz dakikalık gibi uzun filmler yapmaya devam ediyor. Kendisinin de söylediği gibi oldukça cesur ve yeni bir deneme, müthiş zekâsı ile ve adrenalin sevmesi yüzünden filmin içinden matruşka bebekler gibi her birinden bir film olacak bölümler çıkıyor. Bunların hepsi Ahlat ağacı metaforunun kullanıldığı konulardan oluşuyor. O yüzden bir kez izlemekle anlaşılmıyor seyirciden çok katkı vermesi bekleniyor. Nuri Bilge “benim seyircimin filmlerimi yorumlayabilmeleri için kendilerinin katkı verip anlamaya çalışmaları gerekiyor” diyor ve ülkesinde yeterince katkı veren güzel seyirciler olduğunu söylüyor. İçinde yaşadığımız metalaşmış küresel sistemin kendisi bizatihi dünyadaki insanları olumsuz yönden etkilemekteyken, bizim ülkemizde ise bütün bu olumsuzluklara ek olarak, ülkemizin kendi sorunları insan davranış ve düşüncelerini metamorfoza uğrattığı yalnızlaştırdığı, şekilsizleştirdiği, bir dönem yaşanıyor. Gençlik, bu durumdan en çok etkileniyor. Çünkü anne ve babaları da değişmiş ve başkalaşmış oluyor herkes, hayatın gidişatındaki o durgun ve saçma sapan bir akışa “Aslan Kral” filmindeki Hakuna Matata (aldırma, boş ver) şeklinde sürüklenip gidiyor. Gençlikte planladıkları ya da hayal ettikleri  bazı amaçlara ulaşamayan insanların, arada sıkışıp işin içinden çıkamayınca, sistemin bir yandan bol paralı hızlı ve güzel yaşamları yeni teknolojiler ile, bambaşka hayatları sürekli medya yoluyla pazar bulmak ya da tüketici yapmak için aşırı bir algı yanlışlığını, insanların düşünmesine bile fırsat vermeden dayatması sonucu onları, kolay yoldan nasıl yaşanır ve para kazanılır çözümleri ararken bu kez sistemin başka batağına sürüklendiklerini anlatıyor. Küçük kasabadaki büyükbaba, baba ve oğul üçlemesinin yanı sıra, din adamlarının, (imam) kapitalist sistemin (kuyumcu, bahis oyunları ve milli piyango), eğitim siteminin, edebiyatçıların, gençliğin içinden geçerek şöyle bir ülkeye baktığında karşımıza ülkenin kendisi de kocaman ahlat ağacına dönecek gibi görünüyor. Ya da bireysel olarak bazı insanlar ahlat ağaçları umutsuz ve güvensiz sürüklenip duruyorlar.
Nuri Bilge Ceylan hepimizin bildiği gibi oyuncularını iyi seçer.  Bu konuda o kendisine çok güvenir biz de onun bu güveninin ne kadar doğru olduğunu filmlerinde görürüz. O bence herkesi rolüne uygun bulduğu anda en müthiş oyuncu yapabilir. İşte bunun için o müthiş bir yönetmen diyorum ne yapıyor ediyor her oyuncuyu istediği gibi oynatıyor. Bu kez iki komedi oyuncusuna başrol vererek onlardan muhteşem bir oyun çıkarmalarını sağlamış. Doğu Demirkol (Sinan Akarsu) karakterini ve İdris, Sinan’ın babası (Murat Cemcir) rollerini kimse onlardan daha güzel oynayamazdı. Seçim ve yönetim muhteşem. İyi bir film, ilk yedi dakikada seyirciyi bağlıyor.
Sinan entelektüel gözlükleri ile bir kafede çay içerken biz pencereye yansıyan görüntüde Çanakkale sahilini ve ana caddeyi görüyoruz. Bu bazı eleştirmenler tarafından Metin Erksan’a bir göz kırpıyor diye belirtiliyor.
Daha sonra Sinan’ı otogarda omuzunda, iki seyahat çantası, elinde beyaz naylon torba ile eşyalarını salkım saçak taşırken görüyoruz. Çanakkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü bitirmiş genç bir öğretmenden çok gurbete inşaata çalışmaya gitmiş, dönen bir işçi gibi görünüyor daha ilk bakışta hiç zarif eğitimli bir öğretmen duruşu yok.
Eğitim insanda istendik davranış değişikliğine neden olur. Dört yıl boyunca okuduğu okuldan dönen bu çocuk elindeki darmadağınık torbalanmış, döküntülere “valizim” der. Oradan anlarız ki, bu pejmürde görünüşünün kendisi bile farkında değildir. Ama bu sistemden çıkmış bir gencin öyle ya da böyle de olsa soruları vardır. Şekilsiz filandır ama ortalığı yıkar geçer. İnsanlara uzak, onları sevmeyen küçük gören bu çocuk, bundan sonra kasabada bir ahlat ağacı gibi gezecek, soruları ve öğrendikleriyle insanları kendileri ile yüzleştirecek ve bizi düşündürecektir. Bunu yaparken küçük bir kasabadan Zoom yaparak, Nuri Bilge bize bütün ülkenin genel davranış ve anlayışını göstermiş olacaktır.
nuri bilge ceylan
Bir insanın oluşması önce, evindeki o ülkenin toplumsal gelenekleri, görenekleri, moral ve ahlaki değerleri ve ritüelleri öğrenmesi ile biçimlenmeye başlar daha sonra okul ve güzel bir üniversite eğitiminde bu değerlerin bilimsel ve toplumsal değerlerle buluşup, özümsenmesi sonucunda; o insanın nasıl bir insan olacağı belirlenir, beklenir ki bu insanın anne ve babasından çok daha ilerde olması gerekmektedir. Genellikle de böyle olur. Gençlik, bu değerleri ile daha atak, protest, ateşli, gözü kara, ben bilirim zaafında olabilir ve olmalıdır da daha sonra olgunlaştığında daha bir oturacaktır her şey. Ancak Sinan’ın bulunduğu ortam böyle değildir. O, aileden değerler kümesi ile büyümemektedir. Babası ile çocukluk anılarının bulunduğu en güzel ortam ki orada aklında kalmış olan bölümlerle çocuk ayakta kalmıştır ve bu bölümde filmin tümünü kaplayacak bir metafora dönüşen bir ahlat ağacıdır ki; Sinan’da ne kadar güzel bir yer edinmiş bu kadar kısa bir hayat dilimi çocuğa yetmemiştir. Babasının ondan sonraki hayatı hızla dibe doğru gitmiştir.
Bir insanın en önemli varoluş sorunu olan köklerini, moral ve ahlaki değerlerini, çarpıtılmamış gelenek görenek ve adetlerini alt kültürünü yok ederseniz yerine yeni ve daha güçlü değerler koymazsanız. Buna eş olarak okullarınızda eğitim sisteminizde ve sivil toplum örgütlerinizde içi boşaltılmış değerlerle yola devam ederseniz o insandan ve o insanların oluşturduğu toplumdan ne bekleyeceksiniz? Eğer altından bir sürü değerin söküp alındığı, yerine daha güçlü değerlerin konulmadığı bir ortamda, üstüne bir de eğitim sisteminin içinin iyice boşaltılmış değerlerin altüst edilmiş okulları da bir şey vermeyince ortaya çıkan durum artık mutsuzluk, doyumsuzluk ve yıkım olur.
Sonuç: Ülkenin geleceğini elinde tutacak öğrenciler yetiştirmesi gereken özel yetiştirilmiş, doyumlu öğretmenden atama yapamayınca insan dövmekten zevk alan bir polis genç çıkarıyorsanız bu ironiden ne tür bir gelecek bekleyeceksiniz?
Sinan Akarsu, kasabaya döndükten sonra çevresinde gördüğü hiçbir şey onu şaşırtmaz.  Bu şaşırmama durumunu daha sonra anlayacağız ki doğal bir nihilizm yüzünden değil, kendini bu kasabadaki herkesten ayrı tuttuğu ve orada onların arasında kalmayacağını düşündüğü içindir. İlk karşılaştığı; babasının kendisine borcu olduğunu söyleyen kasabanın kapitalisti kuyumcu bile umurunda değildir.
Sonradan karşılaştığı; sınıf arkadaşı, Hatice’nin (Hazar Ergüçlü) karşısında bir genç erkek olarak değil uzaklardan bir insan olarak durmaktadır; epey yabancı ve duygusuz. Kız ise, yine bütün dünyanın kendisine bir borcu varmış ve ödememiş gibi küskün, mutsuz durmaktadır.  “İnsan neden kendine yakın yerlerde yaşamak zorundadır hep” der. Uzaklarda ne varmış diye sorar Sinan? “Ben gördüm hiçbir şey yok” diye yanıt verir.
Kız aslında bu soru karşısında oldukça bocalayacak ve şaşıracaktır kendisi de bilmiyordur. Saydıkları çok şey aslında kendi köyünde vardır. Ilık akşamlar, yağmur altında ıslanmalar aşklar, rüzgârlı tepeler, (aşkı tarif ediyordur burada; aslında belki de uzakların getirdiği yeni oyuncaklar ile kimse mutlu değildir. Bu sistemde fakir olduğu için üniversiteye de gidememiştir, belki de kız olduğu için) dünya evine gireceğini ve altın gümüşle dolu bir odaya gireceğini yaptığı bu seçimin yaşamındaki mutsuzluğu daha derinleştireceğini bir kadın sezgisi ile hissetse bile aptal olmadığını elbette maddi imkanları seçeceğini, âşık olduğun çocukla mı evleniyorsun? sorusuna çoluk çocukla evlenecek kadar aptal mıyım? diye yanıt verir.  Kız aynı sistemin genç kızıdır kolay yoldan rahat bir yaşama geçmeyi, kasabanın kuyumcusu ile evlenerek sağlayacaktır. Sinan için kızın bu davranışı ve tuhaf konuşmaları da önemli değildir. Bu dünya ona ait değildir. Kıza ‘kasabadaki insanların hepsi birbirine benziyor bezelye taneleri gibi ve hepsi hoşgörüsüzler ’der. Bunların arasında çürümeye niyeti yoktur. “Sen kaç bakalım kurtul buradan biz buralarda kalalım” diye serzenişte bulunur kız.
ahlat agaci afis
Filmin Matruşka bebeklerinden olan bölümlerinden birisi de Hatice ile Sinan’ın karşılaştıkları bölümdür. Filmin en estetik ve güzel karelerinin yer aldığı dramatik ortamı bize en iyi anlatan, Antonioni’ye göz kırpan kızın saçlarına vuran rüzgârdan gösterilen hüzünlü, acılı öfkeli umutsuzluk sahnesidir.
Kızın çıkış yolları artık kapanmıştır. Kızgınlıkla Sinan’ın dudağını ısırdıktan hemen sonradır. Sonbahar altın renkleri ile ışımaktadır. Kız altınlara gidecek ancak gençliği yakılacaktır. Bu bölüm filmin en estetik ve güzel bölümüdür bence.
Sinan ise, bütün gençler gibi okul bittiği için bir gelecek boşluğu içine düşmüştür. Ne yapacaktır? Ders çalışmaz, polis olmak istemez, doğuya gitmek istemez. Çünkü doğuya gitmek gençliğinin yakılmasıdır. Onu tek kurtaracak ve istediği şey yazarlıktır. “Ahlat Ağacı” isimli bir kitap yazmıştır ve kitabını bastırdığında çok ünlü bir yazar olacağını hayal etmektedir. Kitabı aslında babasının henüz aklı başında bir öğretmenken çocuk aklı ile en sevdiği anılarının olduğu bölüm kitabının konusu ve başlığıdır. Hep söylediğim gibi çocuklar düzgün tutarlı ve disiplinli bir aile ortamında oluşurlar.
Babası kendisi gibi sınıf öğretmenidir. Baba (İdris) (Murat Cemcir) önce ideal öğretmen olarak doğuda görev yapıp, hayattan beklentileri gerçekleşmeyince sistemin dayattığı kolay yoldan para kazanma sevdasına düştüğü için itibarsızlaşır. Kasabanın kapitalisti kuyumcudan ve herkesten altın ve borç para alıp, altılı ganyan gibi şans oyunlarına yatırarak kumar oynadığı için borçlarını doğal olarak ödeyememektedir. Bütün kaybeden batıklar gibi artık duyarsız bir şekilde dolaşmaktadır.
Filmde babanın açtığı bir kuyu vardır ki o kuyu bir metafordur. İçinden bir türlü su çıkmayan kuyuyu her gün inanılmaz bir eforla kazmak Sisifos’un cezası gibi bir şeydir.  Kendisi ile olan içsel çelişkisi onu diplere kuyulara çekmektedir. İçine doğru yaptığı yolculukta o kadar derin acılara dalmaktadır ki daldıkça kendisine hayat verecek olan suya ulaşamamaktadır. Çünkü çıkış yolu yol değildir. Bunu çok daha farklı bir gelenek yapısından gelen kendi babası ki bu öyküde en aklı başında olan odur. Yani Sinan’ın dedesi (Tamer Levent) kendi oğlu için “bu çocuğu biz küçükken tarlada unuttuk ondan mı böyle oldu” …diye onu gözden çıkarmıştır. (Günlerce ağzından burnundan karıncalar çıktı diye onun artık umut yok anlamında sanki ölüm metaforu kullanmaktadır.)
Sinan yazdığı kitabı bastırmak için kapı kapı dolaşır. İlçenin belediye başkanına gider kapının olmadığı içeri rahat girilebildiği ile böbürlenen belediye başkanının aslında kapısı açıktır ancak gelen hiç kimsenin sorunu çözülemeyecek kadar kapalıdır film ironilerle doludur ve birisi de budur. Belediye Başkanı Sinan’ı kitapsever ilan edilen bir inşaatçıya yönlendirdiğinde anlarız ki adam bir kez yardım yapmıştır. Onun parasını belediyeden almıştır, adamın umurunda bile değildir genç bir yazara yardım etmek ki; istediği para onların deniz kıyısında yedikleri bir yemek parasıdır.
Sinan arayışlarına devem ederken, bir gün kitapçıda yerel yazarların düzenlediği bir sempozyumda karşılaştığı, yazar Süleyman (Serhan Keskin) ile karşılaşır konuşmasında inanılmaz olumsuz bir tavır ve davranış içindedir, yazarın kitaplarının hepsini okumuştur. Ancak onları da pek beğendiğini ifade etmez, ihtimal ki beğenmemiştir. Yazara “etkinlik yapmak için ortaya çıkmış kölelersiniz küçük kasaba yazarlarısınız kimi yazıyorsunuz yakınlarınızı yazıyor rakı masalarına meze yapıyorsunuz” diyecek kadar ileri gidecektir. Biz görüyoruz ne kadar küçük insanlar olduğunuzu; Sempozyumda ben seyirciler arasında idim siz konuşmacı idiniz bir ara gözlerimiz karşılaştı oradan tanışıyoruz” diyecek kadar kof bir gururu vardır. Sinan’ın saçmalığına rağmen yazar, Süleyman yine bu genç adama gösterebileceği sabrı gösterir.
“Hayatta tek bir gerçek yoktur, bu ancak tecrübe ile öğrenilecek bir şeydir” der ve olağanüstü bir performansla bu kendini bilmez adama olumsuz bir şey söylemez. Sinan onun üstüne gider hatta bu edebiyattan sanattan anlaması gereken sınıf öğretmeni kahramanımızın yerden yere vurduğu yazar Süleyman’ı o kadar aşağılamasının ardından kendi yazdığı Ahlat Ağacı kitabını okuyup, okumayacağını sorduğunda yazarın” hayır” yanıtına karşı kazara kırdığı, belediyenin yaptırdığı heykelin kolunu hırsından köprünün üstünden, aşağıdaki nehire atacak kadar öfkesini kontrol edemez.
ahlat agaci ic gorsel
Ahlat ağacının matruşka bebekler gibi, film içinde film olan bir diğer kısım ise, Sinan ve imamlar bölümüdür.
Kasabadaki imamlar bir gün elma çalarken Sinan bunlara taş atar daha sonra bir konuşmaya dalarlar ve birlikte yürürler, gidip bir kahveye oturup çay içerler. İşte o bölüm defalarca izlenmek ister. Bana göre inanılmaz güzeldir.
Veysel (Akın Aksu) ve Nazmi (Öner Erkan) felsefe yapmaktadırlar, gelen konuşmalar;
“Değiştirmemek için değiştirmiyorsun”, Nazmi İmam.
Veysel İmam ise,
“Değiştirmiş olmak için değiştiriyorsun”
Nazmi İmam
“Müslüman toplumlar geri kalıyor teknolojinin gerisinde kalıyor”
Sinan
“Teknolojik oyuncaklar o kadar güzelleşti ki kutsal kaynaklarla tatmin olmak o kadar kolay olamıyor siz bile elinizde teknolojik aletlerle çok mutlu görünüyorsunuz”
Nazmi İmam,
“Toplumlar çok kötüye gidecek ve maneviyat eskisinden daha da çok istenecek, sorgusuz, sualsiz teslimiyetin huzurlu gölgesi olacaksın”
Veysel İmam (Akın Aksu) tam düzen adımıdır
“Her şeyi karıştırmayın” diye başlar ve devam eder
“Rönesans’tan bu yana olan değişimleri filan bırakın şimdi herkes kendisini kurtarmak derdinde kimse hakikati filan aramıyor”
“Millet kendi paçasını kurtarma derdinde milletin ne istediğini nerden biliyorsun?’’
‘’Millet realiteden kaçıyor inanmak istiyor”.
Sinan ama “hepimiz görünmez iplerle birbirimize bağlı değil miyiz? İster kader deyin ister nedensellik kimse kendini sütten çıkmış ak kaşık sanmasın”.
Sinan’ın bu konuşması üzerine Veysel İmam Sinan’ın babasını eleştirir ganyan oynadığını bu hallere nasıl düştüğünü söylemeye başlamışken Sinan kez gerçekten haklı olarak yanıtı yapıştırır. Babası için;
“Babamın ki hayatın saçmalığına karşı bir başkaldırı”
“Hepimiz bir bardak suda çırpınıyoruz başarı olunca biz yaptık hayal kırıklığı olunca kader”
“Dürüst olduğunu düşünüyorsan önce kendi özeleştirini yapacaksın” “borç altın alıp onu ödemeyip başkasına götürmeyeceksin”
” Üstü kapalı ayrıca aldığın maaş at yarışı gibi soygun ganimetleri ile ödenmiyor mu? Diye sorar. İmamlar gayet rahat ve güvenli dururlar.
Sinan’ın annesi ile bir konuşması var ki beni oldukça etkiledi. Annesini babası ile evlendiği için suçlar.  Kumar nedeni ile ev, araba ne varsa satılmıştır. Annesi çocuk bakarak para kazanmak zorundadır ve çok zorlanıyorlardır.
Sinan’ın annesi kumarbaz öğretmen kocası için
-Çok güzel konuşuyordu, yakışıklı ve farklıydı.
-Herkes paradan puldan söz ederken o topraktan yağmur kokusundan söz ederdi
– Yine olsa koca olarak, yine onu seçerdim”
Burada Nuri Bilge uyumlu bir aşk olursa dünyanın aşkın kazanacağını söylese de
Sinan çok kızar;
– Siz kadınlar hepiniz delisiniz, tam bu biraz farklı diyorsun hemen içinden aynısı çıkıyor”
-Bu kadar sevgi bu kadar duygu vıcık vıcık nerenizden çıkıyor.
-İnsanlara tahammül edemiyorum sevmiyorum.
“İnsanları insanları sevmeyen bir insan nasıl yazar olacaksa” der.
nuri bilge ceylan sinema elestiri
Filmi izlerken bu aykırı Sinan’ a hem kızacak hem seveceksiniz. Kitabını bastırıyor nasıl bastırdığını ve kitabına ne olduğunu filmi izleyin görün bu yorumda film neredeyse baştan sona anlatıldı izlemenize gerek yok sanmayın beş kez daha izleseniz göremediğiniz kaçırdığınız şeyler var. Nuri Bilge bu kolay mı?
Film baştan sonra hep iki ayrı ucu anlatıyor. Sinan’ın masum öğretmen arkadaşı ataması olmayıp polisliği seçince karşımıza kamera olmasaydı nasıl dövecektim o genci diyen birine dönüşüyor. Makul öğretmen baba tam bir kumarbaza dönüşüyor. Kapım açık diyen belediye başkanı kapısı tamamen kapalı durumda aslında, kitap yazanlara destek olan inşaatçının asla destekçi olmadığını belediyeden para koparmak şeklinde bir kez yardım ettiği görülüyor. Milli piyango satan adamın elinde milyarlarca bilet varken iki yüz elli lira beni kurtaracak o bile yok diye kıvranıyor. İmamlar teknoloji ile kutsal varlıklar arasında bocalıyor. Filmin sonu bile iki son ile yani ironi ile bitiyor ölüm ve yaşam. Nuri Bilge Ceylan kendisinin de söylediği gibi o kadar karmaşık bir filmi, kasabadan, ülke hatta dünya genelinden değerlendirmeyi öyle bir ustalıkla becermiş ki ben bundan sonra daha nasıl bir film yapacak çok merak ediyorum. Böylesi teknolojik çağda ve bu hızlı dünyada bundan daha fazla zorlayacağı bir durum olamaz diyorum. Ancak o yapar, ona güveniyorum. Bu yeni çağ beni doksan dakika ile sınırlıyor diye tepki gösteriyor ve o protest bir şekilde bu tavrı sevmiyor ve tersine devam ediyor. Bende onun gibi bir sayfa yaz insanlar okumuyor tarzına karşı inatla çok yazıyorum.
Onun bu çok katmanlı filmini günlerce izledim ve ne düşündü? ne demek istedi? diye o kadar incelikle uğraştım ki. Hala anladım mı? Bilemiyorum, -ben seyircimden benim sinemamı anlasınlar biraz çalışsınlar dememiş miydi?
Siz beğenirseniz bana yazın lütfen bu film daha çok konuşulur!
Tarkovski ‘nin bir sözü ile Nuri Bilge Ceylan’ın bu güzelim filminin yorumunu bitiriyorum.
Umut ve güvenle…

Yazarımıza alevturanli@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Nuri Bilge Ceylna hakkında daha fazla bilgi almak için resmi web sitesini buradan inceleyebilirisiniz.

Yazarımızın diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Sayfanın altındaki sosyal medya butonlarını kullanarak yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilir, yorumlarınızla bize ulaşabilirsiniz.

34 thoughts on “SİNEMA SOKAĞINDAN NURİ BİLGE CEYLAN GEÇİYOR / Dr. Alev Turanlı

  1. Hulya Duman dedi ki:

    Canim benim eline saglik

  2. Alev Turanli dedi ki:

    Sağol bitanem, dostum, edebiyat yolu arkadaşım

  3. Güngör Çamsarı dedi ki:

    Alevciğim çok güzel bir yazı . Eline sağlık

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Güngörcüğüm çok teşekkür ederim sevgilerimle

  4. Özlem Y. Uçak dedi ki:

    Filmi bir daha izledim sayenizde. Elinize emeğinize sağlık. Güzel bir sinema eleştirisi bu…

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Özlem,
      Çok teşekkür ederim ilgin için çok sevindim. Sevgilerimlr

  5. Meral Avcı dedi ki:

    Çok güzel bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Meral
      Okuduğuna ve beğendiğine çok sevindim. Çok teşekkür ederim sevgilerimle

  6. Süleyman Yükçü dedi ki:

    Çok olumlu yazmışsınız. Seyretmek şart oldu. Eleştirirken taraf olmuşsunuz. Biraz daha yukarı çıkıp tarafsız izlenimi verebilirsiniz. Sonuç yazıyor, sonuç gelmedi. Sizden bir de beğenmediğiniz filim eleştirisi okumak isterim. Eline sağlık.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Meral
      Okuduğuna ve beğendiğine çok sevindim. Çok teşekkür ederim sevgilerimle

    2. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Hocam Süleyman Yükçü

      Sizin görüşleriniz benim için önemlidir bilirsiniz. Bu film anlaşılması bayağı güç bir filmdi. Yönetmenin ne söylemek istediğini anlamak için uğraştığım için zordu. Ben hem o ne anlatmak istedi hem ben ne anladım onun için uğraştım. Sonuç zaten filmde yoktu iki son vardı. Ya öldü ya kaldı. İlginç bir film izleyince göreceksiniz.
      Size söz bir beğenmediğim bir filmin yorumunu yapacağım size aslında bu filmde filmin beğenmediğim bir yeri vardı arkadaşım onu yazma dedi.
      Filmin kendisine de bütünü ile bakıldığında bir ahlat ağacı görünümdeydi çok şekilsiz ve toparlaması zor bir kurgusu vardı
      Sevgilerim ve saygılarımla

      1. Süleyman Yükçü dedi ki:

        Olumsuzu da yazarsanız daha iyi olur diye düşünüyorum. Hep özendirici bir kişiliğiniz var. Bu çok güzel. Eleştirmen oda arkadaşım vardı asistanken. Şimdi siz varsınız. Sizden geçmiş filimler zaman kaybı olmuyor. Sanat eleştirmeni zaman kaybetmemizi önleyebilir kaliteli çalışmalara da katkı sağlamış olur. Teşekkür ederim selamlar sevgiler. Bu girişim çok güzel.

  7. Mehtap Tunç dedi ki:

    Yaşamda kendi iç yolcuğumuza yönelik anlamlı çözümlemeler var yazıda..Nuri Bilge Ceyhan’ın birey’den yola çıkarak yaşananların toplumsal analizi yazı da oldukça iyi vurgulanmış. Yazıda düşündürücü, sorgulayıcı ve gerçeğe yönelik yaklaşımlar farkındalığımızın artması ve niteliksel analizler açısından son derece önemli. Durağanlıktan kurtulup değişime açık olma gelişimi sağlayacaktır…Bu açıdan yazı oldukça motivasyonu artırıcı nitelikte. Alev teşekkürler.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Mehtap Hocam,

      Yazımı tezimde yaptığınız gibi ciddi bir şekilde okuyup yorumladığınıza çok sevindim. Katkılarınız için gerçekten çok teşekkür ederim.
      Sevgi ve saygılarımla.

      1. Mehtap Tunç dedi ki:

        Alev hocam, entellektüel birikiminizle yorumlarınız oldukça değerli. Teşekkürler.

  8. Mehmet Sarıtürk dedi ki:

    Bilgi ve emekle yoğrulmuş güzel bir yazı olmuş, elinize sağlık.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Mehmet Sarıtürk,
      Hocam, beğendiğinize çok sevindim sizin görüşleriniz benim için çok önemlidir bilirsiniz. Sohbetlerinizi çok özledim. Çok teşekkür ederim
      Sevgi ve Saygılarımla

  9. Safiye Fidan Fogg dedi ki:

    Şahane bir yazı umarım Nuri Bilge Ceylan’da okur bu güzel yazıyı filmi izlemiştim ama bir kez daha izleyeceğim.Teşekkürler Alev Hanım

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Mehmet Sarıtürk,
      Hocam, beğendiğinize çok sevindim sizin görüşleriniz benim için çok önemlidir bilirsiniz. Sohbetlerinizi çok özledim. Çok teşekkür ederim
      Sevgi ve Saygılarımla

    2. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Soficiğim
      Ne tatlısın sen ne tatlı çok teşekkür ederim sevgilerimle

  10. Nurcan dedi ki:

    Nuri Bilge Ceylan filmlerini ben de biraz zor izliyorum. Bu filmi izleyip anlayabilme yolunda guzel ayrintili bir yazi olmus, ellerine saglik Alev.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Nurcan,

      O uzun yazıyı okuyup yorumladığın için o kadar mutlu oldum ki çok çok çok teşekkür ederim canım benim. Sevgilerimle

  11. melih.ergene835@gmail.com dedi ki:

    Alev Ablam,

    Cok guzel bir yazi,bizi bilgilendirdigin icin ayrica cok tesekkur ederim.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Melih,
      Çok teşekkür ederim sevgilerimle

  12. Melih Ergene dedi ki:

    Alev Ablam,

    Cok guzel bir yazi,bizi bilgilendirdigin icin ayrica cok tesekkur ederim.

  13. Birsen Karaloglu dedi ki:

    Nuri Bilge Ceylan filmini sizin vizörünüden izlemek seyrici olarak işimi çok kolaylaştırdı. Sizin metniniiz sayesinde yönetmenin “izleyiciden çaba beklemesine” gerek kalmamış.

    Ahlat Ağacı’nı iki kez izledim. Başkentin kötü fiiziki koşullara sahiip bir salonunda sabırla hikayenin akışına odaklanmıştım ve yanlış yapmıştım. Tam emind eğilim ama galiba pandeminin ba ilk döneminde TRT 2’de ye rastladım ve evdeki rahat ortamda bu kez tek tek kahramanlara odaklanmayı başararak bir kez daha izlemiştim. Çok önemli bir yapıt olduğu ve eleştirel içeriğinin çok güçlü olduğu görüşünüze katılıyorum.

    Yazınızda özellikle vurguladığınız Hatice ve imamlar sekanslarının çarpıcılığını hala anımsıyorum. Anne karakterinin analık fonksiyonunun vurgulanmasını da çok etkileyici bulmuştum.

    Kendi adıma söylemek isterim ki, filmin puslu havası canımı acıtacak denli yoğundu. Gerçeklerin arka arkaya bu denli sert dizilmesi ve özellikle anlatımın abartsısız, samimi ve içerden olması izleyici olarak bende “güneşli günler sonsuza kadar yok oldu, büyük çoğunluk için umut da yok, çıkış da yok” düşüncelerini uyandırdı.

    Bu karamsarlık filmin olağanüstü olmasını asla engellemiyor. Şüphesiz yönetmenin ortalama seyircinin ışıklı ve mutlu sonlu beklentilerini karşılamak amacıyla yaşamını ve yüreğini sinemaya adamadığını bilmekteyiz.

    Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Sizin uzaktan erişimli veya yüz yüze film değerlendirme atölyeleri yapmanız sinema sevenler için çok değerli bir katkı olacaktır.
    Bu metne verdiğiniz önem, gösterdiğiniz özen çok kıymetli. Teşekkür ediyoruz. Sevgiyle.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Birsen Karaloğlu,

      Yazımı büyük bir özen ve dikkatle okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Katkılarınıza aynen katılıyorum. Umut yoktu filmde ve çok karamsardı. İnsanı en çok rahatsız eden ise bunların hepsinin çok gerçek olması idi. Nuri Bilge böyle biri o kadar doluyor ki tutamıyor kendini hepsini ayrı ayrı anlatsa ama olmuyor. Tarzı bu… ilginç yanı bu aykırı tarza rağmen çok seviliyor işte bana bu umut veriyor… bugün ki hızlı dünyanın hızlı akışına ters bir durum kabul görüyor.
      Çok çok çok teşekkür ederim. Uzaktan film yorumlama atölyesi muhteşem bir şey ne kadar zevkle yapabilirim ben bunu. Öneriniz için çok teşekkürler.
      Saygı ve sevgilerimle

  14. Tülay Emekli dedi ki:

    Uzun süredir film dünyasından uzak olmama rağmen Nuri Bilge Ceylan’ı çok merak ediyordum. Felsefe, psikoloji gibi alanlara merak duydugum için filmlerinin orada burada rastladığım ufak tefek yorumları Nuri Bilge Ceylan’ın ne kadar farklı olabileceğini hissettiriyordu bana. İlk kez bu kadar kapsamlı ve ince ayrıntılı bir tanıtım okuyorum. Daha önceki filmlerine olduğu kadar Ahlat Ağacının Matruşka öykülerine de büyük merak duydum. Nasıl ki bir kompozitör, ressam ya da şair kendi katmanları ardında olanı görmeyi, duymayı ve kendince yorumlamayı izleyici ya da okuruna bırakırsa Nuri Bilge Ceylan’ın da ucu açık sorularla konuları işlemesi, dar kalıplara sokuşturmaması , felsefeye açması Turk sineması için bence son derece özlenir bir özellik. Bunun böyle olduğunu öğrendiğim için çok teşekkür ederim sevgili Alev hocam. Emeğine sağlık. İlk fırsatta izlemek isterim.

  15. Alev Turanlı dedi ki:

    Sevgili Tülay Hocam,

    Bu uzun yorumu incelikle okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Nuri Bilge Ceylan gerçekten muhteşem bir yönetmen katkılarınız için çok çok çok teşekkür ediyorum. Sevgi ve saygılarımla

  16. Ayşe Alpsü Tosuner dedi ki:

    Alevciğim, yazını sonuna dek okudum. Cok beğendim. Anlatımınla kendimi filmin içinde hissettim. Tek eleştirim, yazı çok uzun olduğu için arada kopukluklar olmuş. Nuri Bilge Ceylan’nın Ahlat Ağacı filmini senin anlatımından sonra izledim. Tekrar izleyeceğim.Tebrikler canım. Tam bir akaddmik uorum olmuş bence.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Ayşeciğim çok teşekkür ederim sevgiler canım

  17. Mehmet Esba dedi ki:

    Sanatın dili metaforlar üzerinden yolculuk eden bir dil. Bu muğlak, çok anlamlı metaforları fark edebilmek, çözümlemek zahmetli iş. Bizim adımıza zahmet çekmişsin. Bundan sonrası bizlere düşer. Yani bu çözümlemeleri kendi hayatlarımıza tahvil etmek. Sorular sormak, sorgulamak düşünmek.
    Böyle bir faydası oldu bana teşekkür ederim.

    1. Alev Turanlı dedi ki:

      Sevgili Mehmet,
      Ne güzel yazmışsın, çok çok çok teşekkür ederim sevgiyle kal .

  18. Zeynep Tomurcuk Erzik dedi ki:

    Birikiminle sarmalanmış çok değerli bir analiz. Emeğine, kalemine sağlık.

Alev Turanlı için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir